12 Eylül 2009 Cumartesi

Tapesler ve Nler


Sadece güzel vakit geçirmek için soğuk bir kış gününde bir araya gelmiş birkaç arkadaş birden kendisini fevkalade isterik bir hayran topluluğunun karşısında bulduğunda ne olur? Hemen havaya girilip, birkaç konser verilmez tabii ki. Gruptan bazı elemanlar ayrılabilir, albüm çıkarmak biraz uzun sürebilir. Çünkü amaç gerçekten sadece müzik yapmaksa fazla tantanaya gerek yoktur.

İnsanlar genelde başlarına güzel şeyler geldiğinde her defasında bir daha öyle bir güzel durumlar karşılaşamayacaklarını zanneder. Bu durum insanoğlunun ezikliğine ya da çok dertli bir varlık olmasına yorulabilir. Çok fazla derinlemesine incelemenin kimseye yararı olmayacak bu konuyu açmanın tek nedeni ise yeni bir dünya keşfi olabilir. Bu saçma ruh halinden sıyrılmanın artık zamanı geldiğini tekrar hatırlatan bir grup var insanların karşısında. Kendileri birçok yüksek mevkilerden aldıkları övgülerle, nasıl bir durumda olduklarını tam olarak kestiremeyen Tapes’n Tapes. İnsanlığın başına Pixies’ den sonra gelen en güzel olay olarak tanımlamak kesinlikle ukalalık ya da çok bilmişlik olarak adlandırılamaz. Keza eğer böyle bir fikir kafalarda parıldadıysa, müzik dünyasının birçok ağır topuna terbiyesizlik de yapılmış olacaktır. Bu konuda laf yarışına girilemeyecek yüksek merci Pitchfork’un da koruması altında olan bu gruba dil uzatanı dilinden asıyorlar bu günlerde. Büyüklerinin sözünü dinlemeye alışık olmayanlar bizzat yeni çıkardıkları The Loon albümünü dinleyebilir. Sanki yıkayıp yağlayanın yazan taraf olmadığı hissini uyandırdıktan sonra hemen konuya girilebilir.

İsmi kadar güzel şehir Minneapolisli olan grup üyelerinin bu karaya sıkı bir bağları var. Hatta forumlarında dahi bu memleketçilik durumu seziliyor hemen. Birlikte traş olmaya başlayan grup üyeleri kolejden beri arkadaşlar, bu nedenle müzik yapma durumları gayet doğal yollarla oluyor. “Haydi birlikte müzik yapalım” şeklinde birleşip sonra küçük çapta konserler vererek ilk sahne deneyimlerini yaşıyorlar. Ancak hikaye bu kadar basit değil, çünkü insanların yüreğini hop hop hoplatan, büyük umutlar vaad eden EP’lerini kayıt ettikleri ekiple şimdiki ekip bir iki kişi dışında farklı. Bu gruptan ayrılma ve yeni insanların gruba dahil olma durumu ise yüksek lisans mantık soruları kadar kafa karıştırcı. Çünkü Tapes’n Tapes saolsun, içerisindeki kişileri 2’ye ayırıyor ve “tapes’ler” ve “‘n ler” olarak adlandırıyor. Yani tarih derslerinde kaçıncı Murad’ ın ne iş yaptığını anlamadaki zorluk aynen burada da söz konusu. Kısaca şöyle anlatılabilir; Josh bir “tapes” olarak gitar çalıp şarkı söylüyor ve onun arkadaşları Steve Nelson gitarıyla ve “‘n 1.0 versiyon” olarak adlandırılan Mett Kretzmann basıyla eşlik ediyor. Daha sonra Steve grupdan ayrılıyor ve onun yerine diğer “tapes” olarak adlandırılan Karl Schweitz davul çalma görevi ile gruba katılıyor. İşte bu bir araya gelen iki “tapes” ve bir “‘n” Tapes’n Tapes EP’siyle insanların gözlerini yuvalarından fırlatıp, kenara çekilen grup oluyor. Bu EP, son günlerin tüm indie gruplarında karşılaşılabileceği üzere elden ele veya daha geniş tabir edilirse en ucuz yollarla insanlara ulaşıyor. Bu EP indie çevresinde öyle büyük bir ilgiyle karşılaşıyor ki neredeyse grubun tüm röportajlarını tek başına vermesi gözlerden kaçmayan Josh, kendilerinin dahi bu kaydı yaparken işin buralara geleceğini düşünmedikleri açıktan ifade ediyor. “Tapes” ve “‘n” meselesinin kalan kısmında ise EP’nin elden ele dağıtılmasından sonra,”’n” versiyonu Mett, işi gereği Seattle’a taşınınca “‘n 2.0 versiyonu” Shawn Neary gruba katılıyor. Hemen kısa bir süre sonra sapır sapır dökülen gruptan Karl’da ayrılıyor ve “tapes 3.0 versiyonu” Jeremy Hanson gruba katılıyor. Yani yeni çıkan albüm 2.0 ve 3.0 versiyonlarına ait bir albüm. Hiçbir şekilde Minneapolis orijinini kaybetmeyen grubun üyeleri değişmiş oluyor, ama grup bulduğu bu formül sayesinde dağılmış olmuyor. Bulaşık makinesi serisi isimlerini hatırlatan bu versiyonlaştırma sayesinde Tapes’n Tapes ismi korunmuş oluyor böylece. Bundan bir 50 yıl sonra söylenilen kadar başarılı müziklerini devam ettirip, zamanın hitleri arasında kalabilirlerse, o zamanın gençleri kendi aralarında kronoloji yaparken Matt kaçıncı versiyondu, kim tapes’di kim ‘n’di birbirleriyle ateşli tartışmalara girecek kuvvetle muhtemel.

Ancak ilginç olan kesinlikle grubun ismi ya da versiyon adlandırması değil. Bu kadar insanın anlamsız nedenlerle ayrılıp başka birilerinin dahil olduğu bir grubun müziğinin bu kadar sağlam olması durumu, gerçekten beyin uçuklatıcı. Birbirlerini tanıma ve görme şansları ancak birkaç ay olan grup üyelerinden en az ilk EP kadar mükemmel parçalar çıkmış ardı ardına. Minneapolis’te müzik patlaması yaratabilecek iki grup çıkabilirmiş bu kadar insandan. Ancak onlar birbirlerini kardeş gibi gören bir topluluk olduklarını –neyseki- fazla romantik olmayan bir dille ifade ediyorlar. Ancak bu kardeşlik tabii ki biyolojik değil, müzik kardeşliği. Bir şekilde kardeş oldukları parçalarındaki ahenkten kendini ele verebiliyor aslında.

EP’lerini dağıtmalarının ardından tam 3 yıl geçmesine rağmen oldukça geniş bir kitle tarafından inanılmaz bir ilgiyle karşılaşan grup, bunun yanında -daha önce değinildiği üzere- tüm eleştirmenlerden de kırmızı kurdelesini almış durumda. Yaptıkları müziğin Pixies ve Pavement ile karşılaştırılması ile kesinlikle yerine tam olarak oturmuş bir yorum. Pixies’in bazen daha ağlaz ya da daha bir neşeli olan halleri gibi değerlendirilebilir. Ancak birbiriyle tamamen örtüşen bir durumun olduğu su götürmez bir gerçeklik. “The Loon” birbiri ardına hiçbir şekilde temposunu düşürmeyen parçalardan oluşuyor. Enerjik ve bir o kadar tempolu bu albümde farklı bir çok türün birbiriyle yakınlaşmaları pür dikkat dinlenildiğinde hemen kendini ele veriyor. Albümün herkes tarafından tek bir kalemde favorisi ilan edilen ‘insistor’ adlı parça country ve rock’ın temposunu iç içe geçtiği zıplatan bir parça. Sözleri ise bir teenager’ın dinlediğinde çok farklı şeyler öğrenebileceği cinsten. “In Houston” ise bir erkek vokalin kolay yakalayamayacağı bir titreklikle insanın içini kolaylıkla burkabiliyor, ama kesinlikle yerlerde sürünmeyen bir havası var. Tüm albüm dinlendiğinde sanki çok eski zamanlardan beri bu grubu tanıyormuşsunuz gibi bir his içlere doğuyor ki, bu kesinlikle onlar için iyiye delalet bir durum. Kendi uydurdukları Ibid Records plak şirketi ismi ile yayınladıkları albüm “The Loon” bu yılın en çok konuşulan indie olayıyken bu hissin doğru bir his olduğu zaten tasdik edilip onaylanmış oluyor.

Tapes’n tapes, hakkında kulaklara daha hiçbir bilgi yapışmadığında dahi hemen kabul edilebilecek kadar tanıdık ve bir o kadar çeşitli tonları bir araya getirmesindeki başarısıyla, şu günlerde hergün yeni biriyle tanışılınan indie cephesinde farkını belli ediyor. Bu çok bilindik akorların ya da vuruşların içerisine ekledikleri melodiler onların müziğinin anahtarı. Daha önce duyulmuş olduğuna iddiaya girilebilecek bir parçanın içerisinde karşılara çıkan bambaşka bir vokal ya da bilindik bir vokalin yanındaki farklı bir ses grubun yaptığını açıklayabilir. Şimdilik herkesin çok da haberi olmadığı bu grup kesinlikle birilerinin yüksek görüşleri olsun veya olmasın kendini duyuracak kadar güçlü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder