12 Eylül 2009 Cumartesi

Çünkü hayat çok ağır


Devenin boynu neden eğri, pazar günleri neden çabuk geçer, kuşlar neden sıcak ülkelere göçer, Stuart Staples böyle şarkı yapmayı nereden öğrendi?

Sigaranın ucundan çıkan duman yarı karanlık ortamda kıvrılarak yerçekimine karşı gelirken siz hayat hakkında tüm bildiklerinizin ağırlığıyla alkolün son yudumunu ağzınıda gezindiriyorsunuz. Loş barın arkasındaki barmene bir tane daha derken ses tellerinize yapışmış katrandan dolayı sesiniz biraz kırçıllı çıkıyor. Ancak boğazınızı temizleyemeyecek kadar hayattan vazgeçmiş bir haldesiniz. Siz bütün bu ağırlığı yaşarken arkadan gelen sizinle aynı ağırlığı yaşadığı her halinden belli bir ses size arkadaşlık ediyor. Nick Cave deseniz o kadar sert bir üsluba sahip değil, Leonard Cohen deseniz daha az karamsar bir yapısı var. Beni tam anlamıyla 12’den vuran bu adam da kim diye düşünecekken vazgeçiyorsunuz, çünkü dedik ya hayat çok ağır.

Tüm kırık kalplere kalın ve yaslı sesiyle yarenlik etmeye çalışan bu sesin sahibi Tindersticks’in efsanevi vokalisti Stuart Staples halbuki. Kaba ama buğulu, dövermiş gibi değil severmiş gibi derdini anlatan bir ağır abi Staples. Kendisinin uzun süren müzik kariyerinde çok şatafatlı gösteriler ve bağıra çağıra yapılan övgüler bulunmuyor. Ancak içinden gelenleri ağır ağır düşünüyor alkollü kafasıyla ve oradan bol sigaralı akciğerinden dinleyenlerine ulaştırıyor. İşte bu nedenle sigaranın kekremsi kokusunu daha ilk sesten itibaren derinlemesine hissedebiliyorsunuz. Ancak güneşin tenimize değmediği anlamına gelmiyor bütün bunlar. Zaman geliyor ki daha umutlu bir ruh haline bürünüyor Staples, fakat her an kaymaya meyilli, biraz alkollü melankolik ruh halini hiç elinden bırakmıyor. Yani kuşlar ne kadar da güzel mavide süzülüyor derken, birden ağlamaya başlayıp ben onu çok sevmiştim diye kahrolan bir şahısla karşı karşıyayız. Biraz dengesiz, ama dedik ya hayat çok ağır.

Kendisi için hayatın neden bu kadar ağır olduğunu ancak yazdığı ince işlenmiş şarkı sözlerinden biraz anlamaya çalışabileceğimiz Staples’in anlattıkları geçmiş zaman aşklarına ve duygusallıklarına takılıyor genellikle. Kendisini bir performer olarak değil bir şarkı sözü yazarı olarak görmesi ve bunu çok açık bir şekilde ifade etmesi onun ince ruhunu biraz daha ele veriyor. Her şarkının bir sonu işaret ettiğini ve bir kapanışı temsil ettiğini fısıldaması ise melankolik ruh halinin bir anlatımı olarak algılanabilir. Tabii bir de tüm bu toplamın üzerine kendisinin sesi eklenince kalbinizi sıkıp sıkıp bırakan parçaların ortaya çıkması an meselesi oluyor.

Üstüne üstlük bu kalbe pompalanan kanı yavaşlatan şarkıları 90’lı yılların başında kurduğu Asphalt Ribbons adlı grubundan bu yana oldukça iyi beceriyor. Kendisinin sesiyle mükemmel bir bütünlük sağlayan grup elemanları enstrümanlarını bu ağır ruh halinin derinlere nüfus etmesinde kullanmakta hiç çekinmiyor. Asphalt Ribbon’la bir üçlü olarak yola başlayan Staples daha sonra yoluna 90’ların en şahsına münhasır gruplarından biri olan Tindersticks’le devam ediyor. İngiltere’de büyük bir ilgiyle karşılaşan ilk LP’leri Melody Maker’dan yılın albümü ödülünü ışık hızıyla kapıyor. Tabii durum böyle olunca kendilerini bir anda kırık kalplerin tutunmaya hazır ellerinde buluyorlar. Tindersticks; melankolik tarzı, Brit pop ve indie alemindeki diğer gruplardan daha farklı olan sanatsal bakış açısıyla kendisine oldukça sadık muridler ediniyor. Bu anlamda zamanının diğer benzer gruplarından ve seslerinden nüans farkıyla ayrılıyorlar. Amerika’da daha radyolarda bile şarkıları çalınmıyorken, kendilerinin dilden dile dolaşan şarkıları yeterince büyük bir kitleyi meraklandırmayı başarıyor. Tindersticks daha sonraki albümlerinde ilk çıkışları kadar büyük bir sıçrayış yaşayamıyor. Ancak şunu herkes kabul ediyor ki; Staples büyük bir şarkı sözü yazarı.

Tindersticks’le kendisini bir yere oturtan Staples yaratma isteği bitmeyen bir şahıs olarak sanatçı şahsiyetini besleyecek başka işlerle de uğraşıyor bu arada. Film müzikleri bu işlerden sadece biri, bir diğeri ise yaptığı solo albümleri. Kendisini daha ince bir perde arkasından sunduğu solo albümleri bahsedeğer nitelikteki çalışmalardan oluşuyor. Tindersticks’in yapısından uzak olmayan, blues alt yapılı orkestrasyonlardan oluşan parçaların bir araya geldiği solo albümleri, onun kullandığı başka marka bir sigara sadece. Ne daha ağır ne de daha hafif bir tadı var bu sigaranın, sadece başka bir sigara. Arkadaşlarıyla başka bir haz, tek başına başka bir haz yaşıyor kısaca.

Grup elemanlarıyla o zamana kadar biriktirdiği melodileri paylaşan ve kendisini sunmaya hazırlandığını belirten Staples’ın cebindeki taşları büyük bir incelikle işliyor dostları. David Boulter birçok enstrümanı müziğine katıyor, Staples ve Neil Fraser ‘Say something now’ ve ‘Shame on you’nun temellerini atıyor, Terry Edwards ‘I’ve come a long way’i arrange ediyor ve Thomas Belhom davulları eklerken, Amelie film müzikleriyle artık tüm dünyanın yakından tanıdığı Yann Tiersen ‘She don’t have to be good to me’nin piyanosunu yerleştiriyor. Ortaya çıkan şey ise tam olarak Staples’ın kafasında dönüp dolaşan fikirlerin dışavurumu olan ilk Stuart Staples solo albümü olan “Lucky Dogs Recording” oluyor. Albümde içlere işleyen sesin -tabii ki- Staples’den sonra piyano sesi olduğu yorumunun rahatlıkla yapılabileceği bir iş kulaklara ulaşıyor. Şarkı sözleri ise her zaman ki tarzda, iriste kalan son görüntü tadında ilerliyor tüm album boyunca. Aradan geçen bir yıl sonunda kulaklara ulaşan “Leaving Song” ise yine aynı tadda ilerliyor. Bir milimetrik oynama duymak isteyenlerin aradıklarını kesinlikle bulamayacakları albümde özellikle “Goodbye to old Friends” yine içinizi arkasına taktığı tırpanla deşerek geçip gidiyor. İçiniz daralıyor, kusmak istiyorsunuz.

Ağır abi Staples davudi sesiyle beyninizdeki baskıyı arttırırken kalbinizi burkmayı her daim başarabiliyor. İster solo olsun ister grup halinde, o kalın sesiyle bunu yapabilmesi için yetenek gerektiği kesin. Hem ince, hem kalın, hem sert, hem yumuşak, hem güneşli, hem yağmurlu, hem…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder