12 Eylül 2009 Cumartesi

Şimdi myspace var!


Tipsizim, hiç arkadaşım yok, konuşurken iki lafı bir araya getiremiyorum, bir internet sitem bile yok, müziğe yeneteğim var ama kimse beni dinlemiyor, bir topluluğa ait olmak istiyorum, asosyalim… Rahatla, hepsi geçti!

Şimdiye kadar izlediğimiz bilim kurgu filmlerinde bizlere yaşadığımız şu günlerde dünyayı robotların ele geçireceği değil de bilgisayarların en iyi arkadaşlarımız olduğu senaryosu sunulsaydı, hepimiz kendimizi süper hissedebilirdik. Çünkü geçmişinde yakın bir süre önce savaşmayı bırakmış yaratıklar olarak, aslında geldiğimiz nokta hiç de fena değil. Tamam, yine açlıktan ölen insan toplulukları var ya da petrol için savaşlar oluyor ama şu bir gerçek ki, teknolojinin sökük ipliği bulunmuş durumda. Geriye sadece bu söküğü çekmenin kaldığını keşfeden insanoğlunun ise, eli bu konuda hiç korkak değil. Kendi lehine gelişen olayları hızlandırmakta üstüne olmayan bir ırk olduğumuzdan, sonuna kadar gideceğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Bu gelişim korkutucu geliyorsa, cep telefonlarının hayatımızda temel ihtiyaçlar arasındaki yerini aldığı bir yüzyılda yaşadığımız gerçeğiyle güne başlamak, belki sağlıklı bir adaptasyon süreci sağlayabilir. Tabii bu gerçeği kabul ettikten sonra, sırada sabah yüzünü gördüğünüz ilk kişinin bilgisayarınız olduğu, ikinci gerçek geliyor.

Hikayenin başlangıcı içlerde bir sıkıntı yaratsa da, artık bir çoğumuz geleceğin çok da korkunç olmadığı biliyoruz. Yani daha doğrusu bir süre önce kötü gözle bakılan bilgisayar ve dolayısıyla sanal ortamlara artık annelerimiz bile alışmış durumda. Ailemizde herkesin birer msn adresi varken, bu kültürü hala dışımızda tutmak pek mümkün görünmüyor. E tabii aile eşrafının da işin içine girmesiyle, farklı topluluklar yaratmanın gerekliliği de yavaştan doğmuş oluyor. Yine gençlerin toplandıkları platformlar farklı renkler alırken, kendini ifade alanları gruplaşmaları ortaya çıkartıyor. Hatta öyle ki, ne müzik dinlediğinizden, ne renk şarap sevdiğinize, çocukluk kahramanınızdan, donunuzun rengine kadar çeşitli garip topluluklar oluşturabiliyorsunuz. Tabii büyük büyük medya patronlarının elini bu işlere bulaştırmasının konu üzerinde tartışılmaz bir etkisi var, ama konunun bu kısmıyla hiç ama hiç ilgilenmiyoruz.

Bir süre önce kötü gözle bakılan sanal alemin şimdilerde önlemez çıkışının en büyük nedeni ise, çiftleşme olayını tamamlayan toplulukların zincirin diğer halkalarına atlamış olmaları. Yani pornoyla ünlenen internet, hemen sonrasında yerini daha seviyeli arkadaşlıklara, oradan da daha öznel aktivite topluluklarına devretmiş durumda. Zincirin en gelişmiş halkası ise, aslında konumuz olan milyonları içinde barındıran, şu an Amerika’da en çok tıklanan siteler arasında bir numaraya oturmuş ‘myspace’. Hatta öyle ki, 2003 yılında kurulan bu site, şimdilerde kayıt altına alınan üyelerinin ‘myspace jenerasyonu’ adıyla anılacak kadar kuvvetli bir hale geldi. Tarihsel süreçte bir çağın başlangıcı olarak bile bahsedilebilir adından. Dünyanın en büyük medya kuruluşu Rupert Murdoch’ın siteyi satın alması, bu öngörüyü korkutucu derecere kuvvetlendiriyor. Yazılı ve görsel yayım ağıyla dünyanın 4 te 3 ‘üne ulaşan medya devinin kısa kolu da ‘myspace’le uzamaya başladı kısacası.

Peki en son yapılan sayımda 83 milyon üyesi olduğu saptanan ve her geçen gün binlerce kişinin de kayıt yaptırdığı bu sitenin sihri nedir?

Sihir kelimesiyle olaya bir gizem ve daha mistik bir durum yüklenilmeye çalışılsa da, aslında tek bir gerçek var. O da Myspace’in her yola geldiği. Site içinde yapacağınız aktiviteler o kadar çeşitli ki, kendinize ait bir şey muhakkak buluyorsunuz. İster yarım yamalak ingilizcenizle porno yıldızı adayları İngiliz çıtırlarıyla tanışın – ki arkadaşlar arasında ‘tipsiz’ olarak nam salmış olsanızda, inanılmaz bir şekilde olumlu cevaplar alıyor, internetin en büyük nimetlerinden biri olan şizofren kimliğinizle varoluyorsunuz- ister şiir sever arkadaşlarla şiir okuma günleri düzenleyin, isterseniz komik bulduğunuz bir videoyu arkadaşlarınızla paylaşın, isterseniz dünyanın en saçma şarkı sözleriyle sesinizi diğer insanlara duyurun, ister kendinize ait bir web sayfası oluşturun ya da öyle güzel bir künye hazırlayın ki okuyan vay be ne kızmış ya da erkekmiş demekten kendini geri alamasın. Üstüne üstlük bunlar sadece yapılabileceklerin en odun kısmı, çünkü sitenin en akla hayale sığmayan atraksiyonu ortamda birbirinden ünlü isimlerin de yer alması. Arkadaş listesinde olmayı rüyalarınızda görebileceğiniz insanların ya da grupların kişisel ekranında yer almak grurunuzu okşarken, başka bir bölümde gruptan gelen ‘şu gün şurada konserimiz var, hepimiz ordayız, sen de gel’ mesajı iyiden iyiye havaya girmenizi sağlıyor. Yani kolaylıkla herhangi bir yeni yetme indie grup için “myspace’den arkadaşım” cümlesini kurabilirsiniz en havalı ses tonunuzla. Üstüne üstlük kendi kaydınızla da bu milyonlara ulaşabilir, şarkılarınızı dinlemek için evinize bin bir ricayla çağırdığınız arkadaşınıza çok meşgul olduğunuzu söyleyip, görüşmeyebilirsiniz.

İşte mysape’in sihrinin ne olduğu tam olarak burada çözülüyor. Siteye yoğun ilginin en büyük nedenlerinden biri inanılmaz bir müzik community’sini çok doğal bir şekilde oluşturmuş olması. Karı kız peşinde koşan topluluktan ayrı, muhabbeti koyulaştırmış müzik tutkunlarının her gün buluştuğu bir ortam var sitede. Tabii bunun hemen farkına varan plak şirketleri için de pazaryeri oluyor bu ortam. Barlarda dolaşıp uykusuz geceler geçiren prodüktörler, bilgisayarlarının başında ellerinde kahveleri işlerini yapmanın sevincini yaşıyor myspace sayesinde. Hele bir de -şimdilik en ünlüsü sayılabilecek- Arctic Monkeys’in bu site üzerinden şöhret olması ve ardından Lily Allen, Sandi Thom gibi isimlerin gelmesi, ‘sesimi milyonlara duyuracağım’ umidiyle genişleyen topluluğun tavana vurmasını sağlıyor. Yani şu sıra meşhur olmanın yolu myspace’den geçiyor. Hatta sürecin nasıl işlediğini ölçmek için Q dergisinin rehber niteliğinde de bir çalışması var: Dergi fake bir indie grubu yaratıp 3 akorlu şarkısını sayfasına yükledikten sonra, kendine havalı bir künye hazırlayıp tanınmış bir başka grubun arkadaş listesi vasıtasıyla kitlesine sızıyor. Yaklaşık bir hafta sonra inanılmaz bir arkadaş listesi oluşuyor ve parçalarını iPod’una indiren hayran kitlesi, yavaştan isimlerini ortamlarda zikretmeye başlıyor. Daha sonra yeni bar açacak olan bir işletmeciyle de tanışmalarıyla, yaklaşık 3 hafta sonunda sahne alacak ve konserlerini dolduracak kadar meşhur oluyorlar. Yani aynı yolu izleyen ve biraz şansı olan birçok grubun milyonlara ulaşması artık sadece 3 hafta alıyor. Bar köşelerinde eriyip gitmiş yeteneklerin myspace’i olmadığı için üzülürken, bizlerin böyle bir şansı olduğu için sevinmekten başka bir şey kalmıyor geriye sonrasında.

Ancak son gelen haberlere göre, sitenin sahibi medya patronu, myspace üzerinden parçaların satışına başladığında olaya aynı heyecanla girecek miyiz, orası bilinmez. Hadi tanınmış grupların albüm parçalarının satışını sineye çekersek, amatör gruplara destek kisvesi altında, onlarında şarkılarının satışa çıkarılmasıyla durum hayli değişecek gibi. Yani “aramızda paranın lafı olmaz” mantığıyla işleyen myspace’in profesyonellerce ele geçirilmesi büyüyü bozabilir. Bu nedenle şimdilik yapılması gereken en mantıklı şey, patron stratejisini daha oturtmamışken siteye hemen üye olup, amatör ruhun tadına varmak, myspace hala bir plak şirketi değilken, müziği sadece müzik yapmak için yapan topluluklarla bir araya gelmek .

Not: Site hakkında konuşulurken adından bahsetmeden geçilemeyecek bir kişi var yalnız. İlk üye olduğunuzda sizi kapıda karşılayan ‘Tom’, myspace’in kahyası. Kibar bir şekilde size hoş geldiniz diyecek ve yapabileceklerinizden bahsedecek. Elektrik kesintilerinden, gönderilemeyen mesajlara kadar her türlü teknik probleminizle kendisi ilgileniyor. Yalnız Tom kimdir, necidir, tam bir fenomendir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder