12 Eylül 2009 Cumartesi

Primal Scream'de andropoz belirtileri


Herkesin bir dikiş tutturduğu ve herşeyin çok hızlı tüketildiğinden dem vurulan şu günlerde müziğinde bundan nasibini almaması beklenemezdi. Birçok sound’u da bundan nasibini aldı ki, birini tüketilmiş bulurken diğerini ayrı tutmak pek mümkün görünmüyor. Rock müzikte tam olarak eleştirilerden nasibini almışken yıllardır ağzından ne çıktığı büyük bir dikkatle dinlenen Primal Scream’in yeni albümü de raflardaki yerini aldı. Renkli baloncuklar şeklinde ortaya çıkıp havanın baskısına dayanamayıp patlayan grupların yanında, uzatmalı rock gruplarının albümleri başka bir heyecanlandırıyor insanı kuşkusuz. Fakat yuvarlağın içinde tersine dönen bir yuvarlak var ki, o da bu uzatmalı rock grubunun kendi sound’unun içindeki başarısı. “Riot City Blues” işte bu noktada belki incelenecek ve tarihsel akıştaki yerini alacak. Ancak ilk izlenim gösteriyor ki, Primal Scream artık çok yorgun. Son birkaç albümünden çok daha parlak olduğu gerçeğiyle birlikte yorgunluktan kendisini mandoline vurmuş, çok iyi bildiği sularda kulaçlar atmayı tercih etmiş bir grup görüyoruz karşımızda ve bakıyoruz onlara nemli gözlerle.

Peki neden nemli gözlerimiz?

Primal Scream müzik tarihindeki haklı yerini alacağından habersiz 80’lerin ortalarında Glasgow’da sosyalist bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Gillespie tarafından kurulduğunda, son derece zamanına ait parçalarla duyurdu sesini bir süre. Ancak genlerinden kaynaklı olsa gerek bir haykırma hali vardı Gillespie’de ki, kendisi bu durumu o zamanlar heryerde karşınıza çıkabilecek punkvari bir bir tarz ile biçimlendiriyordu. Futboldan çok hoşlanan, birayı su gibi tüketen ve müzik yapmayı bir yaşam biçimi olarak benimseyen Alan McGee ve Robert Young ile olan birlikteliklerinin ise, o zaman bu kadar uzun süreceğinden haberleri yok tabii. Bir süre başka grup isimleri adı altında kafasına göre takılan arkadaşlar, ileride müzikal alemlere yön verecek Primal Scream’i arada bir besliyorlar itinayla. Ancak Elevation’dan yayınlanan Sonic Flower Groove’a kadar Primal Scream doğumunu tamamlamış olmuyor. İleride yön vereceği kitlelerin başka klasik tınılar peşinde koştuğu sıralarda Alan McGee ve Gillespie ikilisinin acid house ciğerlerine çekmesi ve çok iyi kullandıkları ateşli gitar riflerini bu kışkırtan müzik üzerine oturtması ise hayatlarının dönüm noktasını belirliyor. Dönüm noktasının Primal Scream için adı ise, o dönem İngiliz house alemlerinin aranılan adamı Dj Andrew Weatherall’la çalıştıkları “Screamadelica”. Primal Scream’ın herkesin hayatına girdiği albüm olarak nitelendirilebilecek Screamadelica grubun dans ve rock soundunu kusursuz bir araya getiren, dudak uçuklatan bir yenilikti o dönemin gençleri için. Hatta “90’lar da bir Screamadelica nesli vardı” demek bile fazla abartıya kaçmaz. Çok mütevazi açıklamalarda bulunan Gillespie dahi albüm için, “yeni, özel ve heyecan verici birşeyler yaptığımız hissediyoruz” derken yaptıklarının şaşkınlığı içerisindedir muhtemelen. Çook uzun yıllar kendilerini besleyecek ve belki de gölgesinden de kurtulmaları pek mümkün olmayacak bu albüm hiç beklenilmeyen bir anda gelmiştir herkesin karşısına. E karşılarında da aç bir dinleyici kitlesi bulunca bu yeni arayış, üstüne atlanılmıştır çılgın topluluklarca.

Ancak, albümün başarısının lanetini keşfetmeleri grup için çok uzun sürmez. Bir araya getirdikleri rock ve dansın mükemmel birlikteliğini bir sonraki albümlere taşımak grup için çok da kolay olmaz. Tam burada gruba bok atmadan önce ince eleyip sık dokumanın gerekliliği üzerine durulmalı. Primal Scream ne keşfettiğinin farkında olmadan, eğlenceli müziğin peşinde koştuğu sıralarda Screamadelica’dan sonra çıkardığı Give Out But Don’t Give Up’ın beklenilen ilgiyi görmemesi kuşkusuz albümün sadece kötü bir alt yapısı olmasından değil, yükselen çıtadan da kaynaklanıyordu. Bu bir klasiktir aslında sanatçıların hayatında. O kadar büyük bir albüm yaparsınız ki, bir sonraki albümün normal karşılanabilecek başarısı bile herkes tarafından bir başarısızlık olarak algılanır. Ama kitle psikolojisini kendi bozulan psikolojilerinin yanında hiçe sayan grup, depresif ve yorgun iki yıllık bir turne yaşar ister istemez.

Arada geçen normale yakın bir albüm sonrasında eski parlak günlerin yakalandığı “XTRMNTR” daha karanlık bir yapıya sahiptir. Ancak karanlığı üzerine yerleşmiş hip- hop, dub, funk ritimleri yine herkesi heyecanlandırmayı başarır. Üstüne üstlük damarlardaki sosyalist kanın dışarıya fırşkırışının da hissedildiği bu albüm ve sonrasında aynı çizgide ilerleyen “Evil Heat”, politik yapısıyla da çarpıcıdır. ‘Swastika Eyes’ ve ‘Kill All Hippies’ tüyleri havaya dikerken, Gillespie’nin arkadan gelen “ ölü bir kültür ve klostrofobik şehir hayatı..Şu an İngilizlerin yaşadığı budur.” sözleri gereken kişilerce algılanmış ve rock’ın ruhu şaad olmuştur. Hatta içinde bulunduğu toplumun bu kadar farkında olup, net bir şekilde eleştirisini yapması ileride yazılacak olan Rock tarihi kitaplarına geçmeleri için gayet yerinde nedenleri de doğurmuştur yarattıkları türün yanında. Halen resmi sitelerinden, Amerikan yönetimine, baskıya, tüm dünyanın amerikanlaştırılmaya çalışmasına, onun kuklalarına sıkı küfürler içeren giriş yazısına ulaşmak mümkün. Herkes tarafından düşünülen, dik duruşları, dobra lafları bir sonraki albümde daha da artacak, hele de içinde bulunduğumuz Amerika’nın son birkaç yıldır doğu üzerinde oynadığı korkunç planları ve masumların katledilişini konu alacak parçalar beyinlere balyoz gibi inecek beklentileri ise şimdilik beklemede.

Gözlerimizin neden nemli olduğu kısmına biraz yavaş gelinmiş olabilir. Riot City Blues raflardaki yerinden sonra müzik çalarımızdan kulaklarımıza ulaştığında ilk verilen tepki hepimiz için anlamaya çalışmak olsa gerek. Çünkü yenileri bir kenara bırakıp şarkı sözlerinin ve duruşlarının anlamsızlığını sineye çekerken, eskilerin bu tavrı ile karşılaşmak bir dumura uğratıyor insanı ister istemez. Görünen o ki Primal Scream’in en azından şimdilik– öyle olmasını umuyoruz- farklı bir şey anlatmaya , kimseyi gaza getirmeye, rock’ın ruhunu yaşatmaya niyeti yok. Eğlence rotamızın üzerinde mola vereceğimiz yeni durağımız Riot City Blues. Yani bir zaman dans ve rock’ın mükemmel birleşimini ağzımıza çalıp sonrasında hemen bir düşüşe geçen Primal Scream, şimdi de bir önceki albümlerinde ciddi politik laflar ederken birden dans etmeye başlayıp “eee bu ne lahana turşusu” dedirtiyor. Turşunun tarifi ise; biraz country biraz mandolin ve birazda çekingeli sözler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder